NUMAN KARABUDAK

Karanlık yollardan, dikenli kuyulardan geçip çıktım, bu yaşıma geldim, hem de yaşayarak. İnatlaştım ulu çınarla, hep dik başlı ve başıma buyruk. Ters bakardım hayata, tecrübeler en belalı hasımlardı benim için, kavgalıydık. Kendim düştüm hep ve fakat ağladım da. Ardımdan takılan çelmeleri görmemeye yeminliydim. Öyle ki dört göz sanıyordum kendimi ve akıllıydım da. Sisli sabahlara, dumanlı akşamlara çıkardı her günüm, dönüp dururdu böyle, devrederdi biri diğerini anların, anılarım da böyle böyle birikti. Kimi anlar talihimin ortasına inen kanlı bıçak, kimi anlar ölümü dilemek kurtuluş sayılırdı benim için, çocukluk nedir, diye soran birisine verecek cevabım olmayacak kadar yoksunum o yıllardan. İlk gençliğim fesada uğramış, fasid dairenin içerisinde ak ile karayı seçmeye icbar edilen yalın akılla, kıl dolu düşüncelere saplanmış, yirmi dört ayar olmasa da bakır olan gençliğim. Belki de demir yahut gözle görünmeyen element. Saçma olan şeyin de bir mantığı var sahi. Şimdi sana arzuhal edeceğim derken yine formel düşünmek zorunda hissediyorum kendimi ama öyle yapmayacağım, ki zaten yapmıyorum. Çok konuşuyorum. Bazen, hatta çoğu zaman da boş. Ne acı. Ne kekremsi. Ne başa bela bir cümle, boş. Bir insan, biriktirdiği anılarıyla halleşecek ve iki cümle kelam edecek, diyeceksin ki bu boş. Hani insanı seviyorduk biz? Hümanizm nerede? Kardeşlik, dövizler üzerine yazılı ve orada asılı ve orada kaldı. Boğazdan aşağıya inmeyen dostluk naraları, narları da yedik ama bir’den hiç bin çıkmadı, hep bini bir aldı. Çünkü fiyasko. Zahmetsiz olmalıydı her şey. Külfetsiz. Yük olmamalıydı kimse kimseye. Gönlümüze ağırlık olmasındı hiçbir gönül. Kapısı sımsıkı kapansındı. İçeriye kimse girmesin, ki zaten kimse de yoktu. İnsan kendi benini azdırmakla meşgulken, azı dişlerini takmışken tüm ihtirasıyla bütün benliğine, başka kim olsundu onun düşmanı? Dost sandığı sanrılarıyla sancılı, başı belalı. İptidai iptilalarla ruhunu boğdular gençliğimin. İlk çocukluk yıllarıma hasımlıyım. Saflığıma kast eden her bir veba saçan ruha karşı dinmeyen soylu öfkem ölsem de geçmeyecek. Herkesin içinde var olan o asil ama gizli öfke… Bir ben miyim sanki, öfke kusan maziye. Kırgın günlerim kırgın güller kadar önemsenmedi aşıklar tarafından. İnsan hakları savunucularının dikkatini çekmedim hiç. Uzaklara su kuyuları açanlar hiç göremedi yüreğimde biten çölü. Zahmetsizdi tabi, aç kuyuyu bitir işi. Sonra ne gör, ne ara ne de sor. Vay arkadaş, bu ne konfor! Adam sende, ne iyi iş! Armut! Armut! Düş ağzıma, ama önce iyi piş!

Yoruldum. Elim ağrıdı. Başım zonk zonk, beynim sancıdı. Arzuhal, aç ve oku. Zihnimden fışkıran zehirli oku, oku ve doku. Bak burada sana bol bol sitem dolu. Beyefendi, hanımefendi, kendine iyi bak. Şimdilik burası ara durak. Yaklaşıyor yaklaşıyor ve yaklaştı, yaklaşacak elbet son durak. E hadi, vesselam, şöyle güzel istikbale bir selam çak!

26.3.21

23.49


Yorum bırakın

BİŞNEV DERGİ sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et